Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu. Türkiye adım adım yerel seçim atmosferine girerken konuyla ilgili olarak MHP lideri Bahçeli, “Hiçbir şeyi şansa bırakmayacağız. Sömürü çarkında öğütülen, iktidara değil Türkiye’ye muhalefet eden partilere meydanın boş olmadığını öğreteceğiz. Vakti yeterse İstanbul’a uğrayan belediye başkanını evine göndereceğiz” ifadelerini kullandı.
AYM – Yargıtay polemiği ile ilgili de sert bir çıkış yapan MHP lideri “Eleştiriler, öneriler, derinlikli düşünceler milletin egemenlik çıkarlarını gözeten çıkarımlar hukukun üstünlüğünü güçlendirecek. Suç duyurusuna varan süreç devlet veya rejim krizi değildir. Kriz bekleyenlere, kriz ayini yapanlar avuçlarını yalayacak, hevesleri kursaklarında kalacak. AYM hukuk düzeninin safrası ve sancısıdır.” dedi.
“Laf değil iş üretiyoruz”
Allah hepsinden ve hepinizden razı olsun diyorum. Laf değil iş üretiyoruz. Akan suyun yosun, işleyen demirin pas tutmayacağını biliyoruz. Çalışmayı bir nimet gibi telakki ediyoruz. Milletimize hizmeti varoluşumuzun özü olarak değerlendiriyoruz. 85 milyon Türk vatandaşımızın tamamına elimizi uzatıyoruz. Her insanımıza gönlümüzü açıyor, yüreğimizden bir yer ayırıyoruz. Gönül vermedikçe gönül bulamayacağımızın farkındayız. Milliyetçi Hareket Partisi olarak milletimize gönlümüzü verdik, ülkemize de ömrümüzü adadık. Gönül eğer bina ise mimarbaşı muhabbettir dedik.
“Muhabbetten Muhammed oldu hasıl, Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl?”
Muhammedi ahlakla, muhabbet ikliminde hep birlikte çok daha güçlü olacağımıza inanıyoruz. Hiç kimseyi öteki görmüyoruz, ötekileştirmiyoruz. Milletimizin tüm güzelliklerini sahipleniyoruz, tüm değerlerini yüreğimizde taşıyoruz, inançla da mücadelemizi yapıyoruz. Hz. Mevlana’nın dediği gibi, “aşk nasip işidir, hesap işi değil; aşk adayıştır, arayış değil.” Nitekim milletimize adanmışlığımız hesabi değil hasbidir, aşkımız ise kuru laf değil kalbi hakikattir. Bu ilhamla Türkiye’mizin her yerindeyiz. Vatandaşlarımızla buluşuyor, konuşuyor, görüşüyor, dertleşiyor, vuslat sıcaklığında birlikte kucaklaşıyoruz.
Cılk yumurtadan cücük çıkartma hesabı yapanların bizimle boy ölçüşme çabasının beyhude çırpınış olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Boş aslan yatağında tilki gibi kuyruk sallayanlara ise gülüp geçiyor, işimize bakıyoruz, önümüze bakıyoruz, ülkemize ve milletimize nasıl hizmet edeceğimize odaklanıyoruz. Nasıl ki cahile söz yetmez, çalıda gül bitmezse, zillete düşüp tarihin tersine kürek çeken siyasi düşkünlerde de samimiyet ve dürüstlüğün izi görülmez, görülemez.
Merhum vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy diyordu ki: “Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!”
“Boş zamanlarında İstanbul’a uğrayan Büyükşehir Belediye Başkanını evine göndereceğiz”
Yer de çalışıyor, gök de çalışıyor, hamd olsun Milliyetçi Hareket Partisi de çalışıyor, üstelik nefes alır gibi çalışıyor, dur durak bilmeden çalışıyor ve buna da devam etmekte kararlılık gösteriyor. 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimlerine hazırlık sürecini dolu dolu geçireceğiz, hiçbir şeyi şansa veya sürprize bırakmayacağız.
Küresel sömürü çarkında öğütülen, emperyalizme öğün olan, bu suretle iktidara değil Türkiye’ye muhalefet eden partilere meydanın boş olmadığını hem öğreteceğiz hem de göstereceğiz. Ara sıra, keyfi yeterse, boş zamanlarında İstanbul’a uğrayan Büyükşehir Belediye Başkanını evine göndereceğiz. CHP ve HEDEP yönetimindeki diğer büyükşehir ve il belediyelerini cumhurun iradesiyle birleştireceğiz.
“Zillet ittifakının ayak oyunları sona erecek”
Zillet ittifakının ayak oyunları sona erecek. 31 Mart 2019 tarihinden buyana maşeri vicdanda bir ızdırap halini alan kayıp yıllar Allah’ın izniyle son bulacak. Merkezi Yönetimle yerel yönetimler tek ses, tek yürek olacak. Belediye kaynaklarını bölücülüğe, bölücülere, teröristlere ve parti içi çıkar kavgalarına sevk eden dalaverecilerden milletimiz mutlaka hesap soracak. Yerel yönetimler aracılığıyla, devletin kasasını, milletin kesesini gasp edip Türkiye Cumhuriyeti’ne kafa tutan çürümüşler demokratik bedeli en ağır şekilde ödeyecekler. Biz dedik mi yaparız, yaptık mı sonuna kadar arkasında dururuz.
Zamana ve mekana göre fikir, görüş ve siyaset değiştirmeyiz. Olduğumuz gibi görünmenin, göründüğümüz gibi olmanın sırrı da buradadır. Rüzgarsız havada dönen fırıldağın kimler tarafından üflendiğini bilir, bu üfleyen faziletsiz fırıldakların yakasından da tutarız. Gerçekleri haykırmaktan korkmayız, korkmayacağız. Zalime zalim, haine hain, katile katil, kahramana da kahraman demeyi sürdüreceğiz. Çalışmaktan yorulmayacağız, vatan ve millet sevdamızdan asla vazgeçmeyeceğiz. Çünkü biz Türk ve Türkiye aşığı Milliyetçi Harekât Partisi’yiz. Çünkü biz parmak ile sayılmayan, kırmak ile tükenmeyen, vurmak ile düşmeyen Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.
İnanıyorum ki, 14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleri 31 Mart 2024 tarihinde pekişip Türk ve Türkiye Yüzyılı yürüyüşü hızlanacak ve yoğunlaşacaktır.
“Güçlü Yasama, Kararlı Yürütme, Uyumlu Belediye” diyoruz.
“Ayırmadan, Ayrışmadan, Yerelde İktidar, Ülkede İstikrar” iradesindeyiz.
“Aklın Yolu Birdir, Genelden Yerele Birlik, Ülkede Yönetimde Dirlik” anlayış ve amacındayız.
“Merkezden Yerele, İstikrarı Bozmadan Umuda Doğru” yürüme azmindeyiz.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı varsa elbette umut vardır, ufuk vardır, huzur vardır, ruh vardır, duruş vardır, milli özlemlere ulaşılması da inşallah mukadder olacaktır. Gözlerini açan, bununla da kalmayıp ayağa kalkan dev Cumhuriyet’in yeni yüzyılında Türk Devri’ne imza atacaktır. Türk milletinin desteğiyle, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ivmesi ve itici gücüyle Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefleri birer birer hayata geçecek, hadisata ve tarihin akışına yön verecektir. Elbette yapacağız, hep birlikte başaracağız. Çılgın Türklerin yeni yüzyıl destanını hep beraber yazacağız.
“İsrail aciz, ahlaksız ve korkak olduğunu bir kez daha belgelemiştir”
7 Ekim 2023 tarihinden bugüne kadar maalesef Filistin halkının nehir gibi kanı akmaktadır. Mazlumların feryadı sadece ilk kıblemizin nurlu gökyüzünde değil, dünyanın tamamında yankılanmaktadır. İsrail saldırıları hiçbir kural, hiçbir insaf, hiçbir sınır tanımadan devam etmektedir. Zulmün çıbanbaşı Netenyahu, “Gazze’de süresiz güvenliği sağlayacağız” diyerek katliamları aralıksız sürdürme mesajı vermiştir. Görüldüğü kadarıyla İsrail çatışma bölgesinde sıkışmış, taktik değişikliklerle cinayet planlarını güncellemek zorunda kalmıştır.
Düz hatlarda ilerleyemeyen, ilerlese bile çok ağır kayıplar veren İsrail ordusunun, karşısına çıkan direniş noktalarını çevresinden dolanmak suretiyle aşmayı hedeflediği anlaşılmaktadır. İsrail askeri unsurları bunu yaparken de bebek, çocuk, yaşlı ve kadın demeden masum insanları katletmektedir. Okullar, ibadethaneler, hastaneler, sivil yerleşim sahaları, kamplar, sığınma alanları bombalanmaktadır. Gazze’nin en büyük hastanesi olan El Şifa Hastanesi’nin keskin nişancılarla, füzelerle ve dronlarla vurulması İsrail’in savaş suçları siciline bir yenisini eklemiştir.
İsrail aciz, ahlaksız ve korkak olduğunu bir kez daha belgelemiştir. Binlerce sivilin sığındığı ve yaralıların getirildiği Şifa Hastanesi bahçesine patlayıcı başlığı olmayan, üzerinde 1’er metrelik 6 bıçağın bulunduğu füzenin atılması kelimenin tam anlamıyla vahşettir.
Bu füzenin yalnızca ABD ordusunun envanterinde bulunması da iki ülke arasındaki yıkım ve cinayet ortaklığının delilidir. Filistinliler zorla yerlerinden, yurtlarından ve yuvalarından çıkarılmak istenmektedir. Buna rağmen Biden yönetiminin, Filistinlilerin sürülmesini ve Gazze’nin işgalini doğru bulmadıklarını açıklaması bize göre sahte bir iyi niyet temennisinden ibarettir. Avrupa Birliği’nin Gazze’de çatışmalara derhal ara verilmesi ve insani yardım koridorunun oluşturulması hususundaki çağrısı da caydırıcılığı ve inandırıcılığı olmayan kuru laf kalabalığıdır. Kaldı ki, esas olan çatışmalara ara verilmesi değil, kalıcı ateşkesin sağlanması, barışın kökleşmesidir.
“Batı iki yüzlü ve çifte standartlıdır”
Batı iki yüzlü ve çifte standartlıdır. Sözde insan haklarını savunan batılı ülkeler zoraki itirazlarını yavaş yavaş seslendirse de, küresel vicdan derlenip toparlanmış, nihayet farklı başkentlerin meydanlarında biriken onbinlerce insan İsrail katliamına öfke saçmış, protesto gösterileri yaygınlık kazanmıştır. İsrail üzerindeki baskıyı artıran bu demokratik ve insani gösteriler günbegün genişlemektedir. Ancak aynı duruş ve tutumu Arap ve İslam toplumlarında gecikmeyle görmekten duyduğumuz üzüntüyü de belirtmek isterim. Bildiğiniz gibi 11 Kasım 2023 Cumartesi günü Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi Gazze’yi görüşmek üzere olağanüstü toplanmıştır.
Riyad Zirvesi’nde gündeme getirdiği teklif ve düşünceleri saygı görüp öne çıkan, aynı zamanda sonuç bildirgesine mutabakatla yansıyan Sayın Cumhurbaşkanımız kadar dürüst, ilkeli, içten, sağlam ve samimi duruş sergileyen; kalbiyle dili arasında birebir uyum hissedilen kanaatimce hiç kimse olmamıştır. Peki Gazze’li bebeklerin haklarına tam manasıyla ne zaman sahip çıkılacaktır?
Filistinli masumların hukukunu, can ve mal güvenliğini muhafaza için beklenen, gözlenen, istenen nedir? Bu ataletin kaynağı, daha doğrusu korku duyulan sebepler nelerdir? Gazzeli masumlar kirli su içip aç ve açıkta hayat mücadelesi verirken, milyar dolarlar içinde yüzen kaymak tabakanın vicdanı rahat mıdır?
İsrail Başbakanı Netenyahu aynen şöyle demiş:“Arap liderlerine sesleniyorum: Eğer çıkarlarınızı korumak istiyorsanız, yapmanız gereken tek bir şey var, sessiz kalın.”
Bu caninin hükmü bazı ülkelere geçebilir, ama Müslüman Türk milletine sökmez, sökmeyecek. Unutmayınız ki, korkak bin defa, kahraman ise bir defa ölür. Ona buna diyet borcu olanların; çıkarlarının izdüşümünde göbeği bağlı, geleceği rehin altında bulunanların duruşundan da asla bahsedilemez.
Türkiye Cumhuriyeti’nin hiç kimseye eyvallahı yoktur. Hiçbir odakla al takke ver külah içinde de değildir. Zulme sessiz kalmak aynı zamanda ortak olmak demektir. Herkes sussa da biz susmayacağız, sessiz kalmayacağız, zalime zalim demekten ödün vermeyeceğiz. Emperyalizme, Faşizme ve Siyonizme kategorik olarak sonuna kadar tepki göstereceğiz.
İlk olarak, İsrail ile Filistin arasındaki çatışmaların durması, sürdürülebilir barış ve ateşkes ortamının tesis edilmesi ve insani yardım koridorlarının açılması şarttır.
İkinci olarak, İsrail’e kapsamlı yaptırım programı uygulanmalı, Gazze’yi harap etmesinden dolayı tazminata mahkum edilmelidir.
Üçüncü olarak, İslam ülkelerinin katılım ve desteğiyle barış gücü oluşturulmalı, garantörlük kurumu işletilmelidir.
Dördüncü olarak, uluslararası barış konferansı toplanmalıdır.
Beşinci olarak, iki devletli çözüm iklimi acilen yeşermeli, 1967 sınırlarına haiz, başkenti Doğu Kudüs olan egemen, toprak bütünlüğünü sağlamış bağımsız Filistin devletinin tanınması sağlanmalıdır.
Altıncı olarak da, eli ve vicdanı kanlı Netenyahu ve yönetimi işledikleri savaş suçlarından dolayı Lahey Adalet Divanı’nda yargılanmalıdır.
Avrupa Birliği Komisyonu, 2023 yılı Genişleme Strateji Belgesi ile Türkiye dâhil tüm aday ve potansiyel aday ülkeler için hazırlanan Ülke Raporlarını 8 Kasım’da açıklamıştır. Anılan Komisyonun 2023 yılı Türkiye Raporu, bundan evvelki 24 rapordan içerik bakımından pek farklı değildir. AB Komisyonu ülkemize karşı yine önyargılı tutumunu, yine haksızlığı ve hukuksuzluğu teyit eden sakat bakışını bir kez daha göstermiştir.
Raporda, Türkiye’nin İsrail-Filistin savaşına dair duruşunun AB’yle tamamen uyumsuz olduğu hususundaki ilkel ve mesnetsiz eleştirisi dikkatimizi çekmiştir. Anlamadıkları şudur: Uyumlu olsaydı utancımızdan ve üzüntümüzden insan içine çıkacak, dost ve kardeş ülkelerin yüzüne bakacak ne halimiz ne de hakkımız olurdu. Biz dünyaya haçlı emellerinin mevziisinden değil hilalin nurundan bakıyoruz.
Biz Müslüman Türk milleti olarak din kardeşlerimizin ve soydaşlarımızın her zaman ve her fırsatta yanı başında yerimizi alıyoruz. Ankara’dan Bakü’ye uzanıyor, Astana’yla kavuşuyor, Aşkabat’la kaynaşıyor, Bişkek’le bütünleşiyor, Budapeşte’yle hasret gideriyor, Lefkoşe’yi bağrımıza basıyor, Filistin’in arkasında dağ gibi duruyoruz.
Hem Türk’üz, hem Müslümanız. Hem Türk asrı diyoruz, hem de mukaddesatımızın onuru koruyoruz. AB Komisyonu’nun 2023 yılı Türkiye Raporu’nu yırtıp atıyor veya kağıttan uçak yapıp kendilerine aynen iade ediyoruz. Hürriyet ve istiklale duyduğu sarsılmaz bağlıkla 75 yıllık bir hayata pek çok hatıra sığdıran, vatan vatan diye saç ve sakal ağartan Merhum Şairimiz Mehmet Emin Yurdakul, “Bırak Beni Haykırayım” isimli şiirinde bakınız bizlere nasıl seslenmişti:
Ben en hakir bir insanı kardeş duyan bir ruhum;
Bende esir yaratmayan bir Tanrı’ya iman var;
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar.
Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum,
Volkan söner, lakin benim alevlerim eksilmez;
Bora geçer, lakin benim köpüklerim kesilmez.
Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz bir çocuk gibidir;
Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir,
Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk;
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!…
Evet, Yunus olur mazlumu kucaklarız, Yavuz olur haine ve zalime karşı sert bakışımızla ve ağır yumruğumuzla tavrımızı ve tarafımızı gösteririz. Sadağından çıkan ok gibi mutlaka hedefimize saplanırız.
Türkiye’nin geçmişten tevarüs edip geleceğini risk ve tehlikelere sevk eden sorun alanlarına ciddiyetle eğilmek, bu mahut sorunları cesaretle ele almak öncelikle siyaset müessesinin başlıca sorumluluğudur. Anlaşmazlıkların, görüş ayrılıkların, soğuk bakışların, katılaşmış diyalogların, yanlış anlamaların, hastalık derecesindeki peşin hükümlerin muhakkak bitirilmesi halisane dilek ve temennimizdir. Cumhuriyet’in yeni yüzyılında, toplumsal yaraların sarıldığı, kronik meselelerin köklü çözümlerle buluşturulduğu, milli ve manevi değerlerle kenetlenmiş bir Türkiye’ye Allah’ın izniyle vasıl olmak hepimizin müşterek gayesidir.
Her alan ve sahada bir uzlaşma vasatı tezahür etmelidir. Hep Birlikte Türkiye’yiz. Hepimiz Türk milletiyiz. Yalnız başına uzlaşmak da yetmeyecektir.
Nitekim mühim olan doğruda uzlaşmaktır, adalette uzlaşmaktır, hukukta uzlaşmaktır, ahlakta uzlaşmaktır, vicdanda uzlaşmaktır, huzurda uzlaşmaktır, ebediyete kadar birlikte yaşama gayesinde uzlaşmaktır. Bize göre uzlaşmanın adresi de büyük Türk milletinin kutlu varlığıdır. Bizim üstesinden gelemeyeceğimiz, altından kalkamayacağımız hiçbir sorun yoktur.
Sürekli erteleyerek, sürekli yok sayarak, bunların yanı sıra ihmal ve iradesizliğin pençesine düşerek ulaşacağımız hiçbir yer yoktur, olması mümkün değildir. Kriz meraklılarına, krizlerden nemalanan yozlaşmış zihniyetlere, Türkiye’yi uçurumdan uçuruma sürüklemek için heves ve iştah sahibi olan muhterislere istiklal ve istikbal haklarımızı heba ettiremeyiz. Büyük Türk düşünürü Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig’te en çok temas ettiği referans kavramlardan birisi akıl ise diğeri adalettir. Öyle ki Türk devlet ve toplum felsefesinin merkez değeri adalettir.
Yusuf Has Hacib diyor ki: “Zulüm ateştir, yaklaşanı yakar; kanun sudur, akarsa nimet yetişir.”
Yine diyor ki: “Adaletle gök ayakta durur, yer sabit olduğu için üzerinde ot ve ekin biter.”
Türk ve İslam düşünürleri adaleti denge ve orta nokta olarak tarif etmişlerdir. Hukuk, toplumun genel çıkarlarını, fertlerin ortak iyiliğini sağlamak amacıyla hazırlanan ve kamu gücüyle desteklenen kaide, hak ve yasaların tamamıdır. Bir başka deyişle hukuk, adalete yönelmiş toplumsal hayatın denge ve düzenidir. Hukuksuz devlet, adaletsiz hukuk olmaz, olamaz. Devlet hukukla kaim, adaletle baki, milli iradeyle havidir. Asıl olan adalettir ve hukuk esas itibariyle adaletin vasıtasıdır.
Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında fitili tutuşan anlaşmazlık ve gerilim hali bir defa hukuk devleti ve hukuk güvenliği açısından hiç de arzu etmediğimiz bir durumdur. Ancak bir kahırdan ümit ediyorum pek çok lütufta doğacaktır. Öncelikle yüksek yargı organları arasındaki görüş ayrılıkları, yorum farkları hukuk tekniği ve demokrasi mantığı kapsamında içtihat zenginliğini takviye ve tahkim edecektir.
Pozitif tartışmalar, yapıcı eleştiriler, makul öneriler, muhtevalı ve derinlikli düşünceler, milletin hakkını ve devletin egemenlik çıkarlarını gözeten yaklaşımlar hukuk müktesebatını ve hukukun üstünlüğünü güçlendirecektir.
“Kriz bekleyenlere, kriz düşü kuranlara, kriz ayini yapanlara açık açık söylüyorum ki, avuçlarını yalayacaklar, hevesleri de kursaklarında kalacaktır”
Fakat en son yaşanan, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında cepheleşmeye ve suç duyurusuna kadar varan süreç bir devlet veya rejim krizi değil, böyle görmek ve göstermek isteyen siyasi partilerin sefil bir uydurması, aynı şekilde kuruntusudur. Kriz bekleyenlere, kriz düşü kuranlara, kriz ayini yapanlara açık açık söylüyorum ki, avuçlarını yalayacaklar, hevesleri de kursaklarında kalacaktır. Bunun yanında var olan sorunun kaynağına inmeden, sorun üreten yargı organını nesnel ölçüler eşliğinde tespit etmeden sağlam ve sağlıklı çözüm yollarının inşası da oldukça zordur.
Anayasa Mahkemesi adalet ve hukuk düzenin safrası ve sancısıdır. Bu kaçınılmaz gerçeği kabul etmeden son gelişmeleri kavramak mutlak butlanla batıldır. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru incelemelerinde hukuk ve toplum düzenini tahrip edecek kararlar alması, yasa ve anayasa koyucunun iradesini yok sayması, hatta anayasa hükümlerini işlevsiz hale getirmesi vaka-ı adiyeden sayılamayacak bir sapma ve sürüklenme halidir. Bu mahkeme Resmi Gazete’nin 27 Ekim 2023 tarihli sayısında, Türkiye İşçi Partisi’nden Hatay Milletvekili seçilen ve Gezi Parkı Davasında kesinleşmiş 18 yıllık cezası bulunan Şerafettin Can Atalay’la ilgili hak ihlali kararını açıklamıştır.
20 Temmuz 2023 tarihinde yapılan bu kapsamdaki bireysel başvurunun yaklaşık 3 ay gibi kısa sürede sonuçlandırılması ister istemez aynı hassasiyet ve özenin HDP’nin kapatılma davasında da niçin gösterilmediğini akıllara getirmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçundan 25 Nisan 2022 tarihinde sanık aleyhine hüküm tesis etmiştir.
Bu karara yönelik istinaf başvurusu tahliye talebiyle birlikte Bölge Adliye Mahkemesi’nin 28 Aralık 2022 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Devamındaki gelişmeler bugünkü tartışmaları tetiklemiştir.
Yargıtay 3.Ceza Dairesi de 28 Eylül 2023 tarihli kararıyla mahkûmiyet kararını onamıştır. Yargıya saygı mecburidir, bu kararın gereği TBMM’de derhal yapılmalı, konu kapatılmalıdır. Yargıtay ile Anayasa Mahkemesini karşı karşıya getiren konu Anayasa’nın 83. maddesinin 2. fıkrasında yer alan dokunulmazlığın iki istisnasından biridir. Bu istisna hükmüne göre, “seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır.” Şu anayasal kuralı herkesin idrakinde yarar vardır. Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında hiyerarşik bir ilişki yoktur, bu mahkeme süper temyiz merci sıfatına da sahip değildir.
Bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi’nin görevi, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğini, eğer ihlal varsa bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesiyle sınırlıdır. Anayasa Mahkemesi’nin millet vicdanına, adalet ruhuna ve hukuki normlara müzahir ihlal kararları diğer mahkeme kararları için yeniden yargılama sebebidir.
Daha vahimi, Anayasa Mahkemesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı yetki alanını genişleterek yasama ihmali olarak değerlendirdiği konularda kanun yapılıncaya kadar ihlal kararı vereceğini ilan etmektedir.
Halbuki bu mahkemenin yetkileri arasında yasal düzenleme eksikliğini denetlemek diye bir şey söz konusu değildir. Gazi Meclis, Anayasa Mahkemesi’nin vesayeti altında hiç değildir.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, milletin üstünde ve önünde bir güç de olamaz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oturma eylemi yapan güruhun, Anayasa Mahkemesi’nin yasamayı etkisiz hale getirme girişimini görmezden gelip Yargıtay’a laf etmesi küstahlıktır, hadsizliktir, seviyesizliktir. Sokak çağrısı yapanlar karanlığa hizmet eden izansızlar ve ilkesizlerdir.
Oturanlara sesleniyorum, siz oturmaya devam edin, Türk milleti size Osmanlı şamarını vura vura 31 Mart’ta kaldırmasını bilecektir. Ortada darbe, devlet, rejim ve yargı krizi değil, bal gibi Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini aşarak, yasaları ve anayasayı aşındırarak yargısal aktivizmi vardır ve bu kesindir. Anayasa Mahkemesi yetki alanını genişleterek TBMM’ne ve diğer yüksek yargıya parmak sallamaktadır. Ve de Anayasa’nın üstünlüğü ilkesini ihlal etmektedir.
Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay özelinde süregelen sıcak tartışmanın nihayetinde son ihlal kararına özgü olmadığı, bu tartışmanın esasında siyasi kutuplaşmanın yer almadığı, her iki yüksek mahkeme arasında kararların etkisine ve uygulanmasına ilişkin görüş ayrılığının bulunduğu açıktır. Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay’ı karşı karşıya getiren hukuki açmazın iki nedeni vardır:
Birincisi, Anayasa’nın 83.maddesinin 2.fıkrasındaki dokunulmazlığın istisnasına yönelik amir hükmün hukuki belirliliğe sahip olmamasıdır. Bu itibarla birbiriyle çelişen pek çok maddesi olan 1982 darbe anayasasının kaldırılıp Türkiye’ye ve Türk milletine yeni, sivil, kapsayıcı ve demokratik nitelikli bir anayasa kazandırmak hepimizin en temel görevi ve gündemidir.
İkincisi de, yeniden yargılama ile yargılamanın yenilenmesine ilişkin yasal düzenlemelerdeki çelişki ve boşluklardır. Hiçbir kimse ve organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği esasına aykırı hiçbir fiil ve faaliyet koruma göremez, bir hakka sahip olamaz. Nerede bir suçlu varsa, nerede Türkiye’ye nefret kusan, ihanet eden, silah doğrultan, milli güvenliğimizi, milli birlik ve kardeşlik ruhumuzu bozmayı amaçlayan bir hain bulunuyorsa Anayasa Mahkemesi tarafından hak ihlali kararıyla ödüllendirilmektedir.
Bu olacak iş midir? Böylesi bir rezaletin neresi adalet ve hukuk ilkeleriyle bağdaşmaktadır? Hz. Mevlana’nın şu sözü adaletin özünü deşifre etmesi bakımından ziyadesiyle kayda değerdir.
“Ağaca su vermek adalet, dikene su vermek zulümdür. Adalet bir nimeti yerine koymak, zulüm ise yerinden söküp almaktır.”
Her yanlış karar da zulümdür. Nitekim Anayasa Mahkemesi zulmün yanında, milletin ve devletin karşısında bir mihrak olarak sivrilmiştir. HDP’ye yapılacak Hazine yardımına bloke konulmasıyla ilgili Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın müracaatını reddeden, PKK’ya para akıtılmasının önünü açan Anayasa Mahkemesi’dir. Terörist Demirtaş’ın lehine hak ihlali kararı verip 50 bin lira tazminat ödenmesine hükmeden Anayasa Mahkemesi’dir. Leyla Güven, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Figen Yüksekdağ, Can Dündar başta olmak üzere PKK’lı ve FETÖ’cülere hak ihlali kararıyla can simidi uzatan Anayasa Mahkemesi’dir. Dağda, ovada, sınır içinde, sınır ötesinde başını ezdiğimiz hainlerin sırtını sıvazlayan Anayasa Mahkemesi’dir.
Türkiye’nin ve Türk milletinin helal haklarını alenen ihlal eden bu muhkeme, muhtemeldir ki, böyle giderse Fetullah Gülen ile Murat Karayılan’a bile hak ihlali kararıyla kucak açacaktır. Bize göre Yargıtay 3.Ceza Dairesi görevinin gereğini eksiksiz yapmıştır. Bugünkü sorun yumağının temelinde de Anayasa Mahkemesi’nin vatan ve millete kast eden lekeli kararları bulunmaktadır. Hakkı çiğnemek için emel ve eylem içinde olanlara hak ihlali kararı vebaldir, Anayasa ve yasa karşıtlığıdır. Şehidin, şühedanın haklarını yok sayanların yakasından tutmak boynumuzun borcudur. Milletimizin hayat ve varlık haklarını inkar edenlere sabır göstermemiz söz konusu değildir.
Millet olma hali bugüne kadar ulaşılmış en medeni, en modern, en gelişmiş beşeriyet özelliğidir. Milletimizi oluşturan her vatan evladı bir ve eşittir. Türkiye’de sınıflı bir toplum yapısı veya kast sistemi yoktur. İmtiyazlı bir azınlıktan, seçkin bir zümrenin hâkimiyetinden, hukuken ve siyaseten üstünlüğü olan bir kaymak tabakadan asla bahsedilemez. Milletimizin her ferdi kanun önünde aynı haklara sahiptir. Bir asırlık Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından birisi fırsat eşitliğinin tesir ve tecellisidir. Dağdaki çobanımızla üniversitede ders veren bir akademisyenimiz arasında hukuken ve demokratik haklar açısından hiçbir fark yoktur. Her neviden ayrımcılık ve bölücülük ayaklarımızın altındadır.
Türkiye ve Türk milletinin tarih, kültür ve sosyolojik varlığında bugüne kadar öteki olmamış, hiç kimse zenci veya yabancı görülmemiştir. Millet birdir, adı Türk’tür. Doğudan batıya, kuzeyden güneye büyük bir aile yapısı kökleşmiştir. Hatırlarsanız, Anayasa Mahkemesi’nin 61’inci kuruluş yıldönümünde bizatihi Mahkeme Başkanı’nın yaptığı konuşma millet varlığına ağır bir saldırıydı. Bu şahsın ağzından dökülen çok tehlikeli sözlerin tamir ve tevil imkanı da elbette yoktu.
“Toplumsal düzeyde bizim gibi olmayanlarla, bizden farklı düşünen ve yaşayanlarla sağlıklı bir ilişki kurmak durumundayız.” diyen Anayasa Mahkemesi Başkanı neyi kast etmişti?
“Öteki olarak gördüklerimizin ontolojik varlığını kabul etmedikçe bu sağlıklı ilişkiyi kurma imkânı da yoktur.” diyen Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın varmak istediği yer neresiydi?
“Kendimize hak gördüğümüzü “öteki”ne de hak görerek, adaleti ve özgürlüğü sadece kendimiz için değil başkaları için de isteyerek, farklılıklarımızla bir arada yaşamanın iklimini hep birlikte oluşturmak zorundayız.” diyen Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın dilinin altında eveleyip gevelediği asıl düşüncesi, asıl maksadı nelerden ibaretti?
“Demokratik Cumhuriyet’in geleceği hukuksal ve siyasal düzlemde kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve bu kapsamda yargı bağımsızlığının tam manasıyla hayata geçirilmesine bağlıdır.” açıklamasıyla da PKK’dan HEDEP ve CHP’ye kadar zillet ve ihanet cephesine selam verdiğini uzaktan bakınca anlamayacak kadar saf mı duruyoruz?
Demokratik Cumhuriyet kavramını kullananların kim olduğunu biliyor ve bu şer cephesini tanıyoruz. Kafası zehirlenmiş Anayasa Mahkemesi Başkanı’na hatırlatırım ki; Türkiye’de kuvvetler ayrımı netleşmiş, aralarındaki sınır çizgileri kalınlaştırılmıştır. Dahası yargı bağımsızlığının yanı sıra tarafsızlığı da anayasal hüviyet kazanmıştır. Anayasa Mahkemesi Başkanı zillet ittifakının yüksek yargıya yuvalanmış hastalıklı koludur. Bunu reddediyoruz, bu kişinin haddini ve hududunu çok açık şekilde aştığını düşünüyoruz. Mahkeme Başkanı objektifliğini ve tarafsızlığını kaybetmiş, Türkiye’nin yeni yönetim sistemiyle milli birlik ve kardeşliğine cephe almıştır.
“Ya Anayasa Mahkemesi kapatılmalı ya da yeniden yapılandırılmalıdır”
Geldiğimiz bu aşamada karşımıza iki seçenek çıkmaktadır: Ya Anayasa Mahkemesi kapatılmalı ya da yeniden yapılandırılmalıdır. Mahkeme’nin statüsü, kuruluş ve yargılama esasları ile üye yapısının köklü bir reforma tabi tutulması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Bunu da yeni bir anayasaya ile hayata geçirmek hedefimizdir. Teröre yardım ve yataklık suçu somut delillerle belgelendirilen HDP’nin devam edegelen kapatma davasını sekteye uğratan Anayasa Mahkemesi Başkanı ve malum üyeleri şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaktadır. Terörle mücadelede muazzam fedakârlıklar sergileyen kahramanlarımızın hakkı yenmekte, hukuku hiçe sayılmaktadır.
Bölücülüğün odağı olan partinin kapatılması demokrasi onuru, hukuk namusudur. Bu ihanet yuvasının kapatılmasını aylardır sürüncemede bırakanları Türk milleti vakti saati geldiğinde mutlaka kapatacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.